21.11.10

YOKLUĞUNUN MEVSİMLERİ

Gelmediğin ve gelmeyeceğin her an için bir çizik atıyorum aklımın takvimine
O kadar uzun ki yokluğunun mevsimleri, geçmek  bilmiyor…
Gittiğin günden beri kalbimden beynime doğru yürümesini beklerken bende bıraktığın aşkın
Devrilen mevsimler yoluma taş koyuyor
Seni hiç tanımadığımı düşünme yollarımın önünde duruyor
Bazen bir ışık beliriyor
Sonra bütün gülümsemeler sen olup benimle dalga geçiyor…
Gözlerimi hiç açmasam, görmesem gülümseyişini,
Sesin geliyor uzaklardan
Sessizliğe bürünsem, her şey sen gibi kokuyor
Gözlerimi kapasam,
Kulaklarımı tıkasam,
Konuşmasam ya da nefes almasam…
Bilsem ki çaresi bu, ben hiç olmasam
Geçer mi acaba yokluğunun mevsimleri?
Her şeyi başa alsam,
Senin hiç olmadığın günlerdeki gibi bakabilir miyim aynaya bu saatten sonra?
Bu kadar sen sinmişken ruhuma,
Döner mi aşk kalbimden aklıma?

22.11.2010
İPEK SİNDELIŞIK

19.11.10

RÜYA

Yine yalancı bir kasım… yine üzerinde,  bırakıp gittiğin gün giydiğin koyu yeşil bluz var gözlerinle aynı renk… bu kez beni uykumda yakalıyorsun hayatının son tanığıyla birlikte… o kadar gerçek ki nefes alışın ve o kadar yeşil ki bakışların, hiç gitmeyecekmişsin gibi… hep hatırladığım gibi yine bir şeylerin hesabını yapıyorsun mutfak masasında… artık döndüğünü ve aslında hiç gitmediğini söylerken bile elindeki kağıda bir şeyler yazıyorsun… aslında hiç gitmemişsin… bir yerlerde hep olmuşsun tıpkı sessizce seni çağırırken bütün bunları birgün yaşayacağımı bilirmişcesine… yıllarca saklanmışsın haberim bile olmadan… kırılmam mı gerekir yoksa sevinmem mi seçemiyorum… tek bildiğim artık hiç gitmeyecek olman… uzak da olsan aynı dünyada yaşadığımız… hayatının son tanığı ve ben her zamanki yerimizde oturuyoruz… bu kez sen de karşımızdasın… belki de hep bizimle oturmuşsun… ne fark eder, ne de olsa artık hep bizimle oturacaksın… bu bir rüya olmalı diyorum ama o kadar gerçek ki her şeyin, o kadar güzelsin ve tıpkı hatırladığım gibisin ki… hayır uyuyor olamayız… seni seven herkesi arıyorum ve sana olan kızgınlığımı onlardan çıkarıyorum seni benden sakladıkları için… bilip de gitmediğini, bunca yıl seni benden çaldıkları için… ağlıyorum, bağırıyorum ve telefonu kapatıyorum… sonra senin yanına geliyorum… bana kızmanı bekliyorum, elindeki kağıda bir şeyler yazıyorsun… bir şeyler hesaplıyorsun… gitmenden çok korkuyorum… sen kağıda bir şeyler yazdıkça ben korkuyorum… içimden bana sarılmanı istiyorum, söz vermeni istiyorum gitmemen için… seni çok özledim diyebiliyorum sadece…
hala mutfakta oturuyor musun bilmiyorum… döndün mü dönmedin mi bunu da bilmiyorum, çünkü uyandım ve seni artık göremiyorum…
19.11.2010
İpek sindel

16.11.10

SÜT KOKUSU

Çocukluğumdan kalmaydı her şey… her gülümsemesinde merak ettiği çocukluğumdan… özlenenlerime götürürdü beni masumiyeti… bir kokusu vardı gülümseyişinin… o günlerden kalan, güven veren ve her şeye yeniden başlatan…  o kadar vazgeçilmezdi, öyle bendendi ki, sapladığı bütün bıçakları kabul etmiştim… bir yolculuk gibiydi… gülümserdi aslında ağlarken içi ve başka biri olurdu her gülümsediğinde… farklı bir hali ve farklı bir kokusu vardı… daha yakın olmak isterdim her güldüğünde kokusunu hissedebilmek için… o bilmezdi bunu… farkında olmazdı ne kadar içime işlediğinin ve neden bu kadar yakınıma gelebildiğinin… gitmesini istemezdim, uzağında olmak imkansız gelirdi ve hep gülsün isterdim… ve ben en çok o kokuyu özlerdim… yanında yokken o koku burnuma gelirdi yerli yersiz ve nefesim olurdu nefesi, haberi yokken… farklı yerlerde bambaşka havaları soluyorken, aniden onun nefesine ortak olurdum… dinlenirdim nefesinde ve hiç vazgeçmeyebilirdim izin verseydi… eksik, zamansız ve hüzünlüydü aslında bu yolculuk… çocukluğum gibiydi… kendine ait bir kokusu vardı, biraz izin verdi, kokusunu bıraktı ve gitti…
en benden ve en ilklerimden gelen bir kokusu vardı gülümseyişinin… masum, bembeyaz, vazgeçilmez ve unutulmaz… süt kokusu…

İpek Sindelışık

14.11.10

AŞK FIRTINALARI

Hangi denize yelken açsam, fırtınasıyla karşıladı beni. En dönülmez girdaplarıyla içine çekti ve savurdu bilmediğim karalara… Gözlerimi açtığımda bana bakan hep çaresizlik ve kimsesizlik oldu tanımadığım o uzak yerlerde… Bütün fırtınalar aynı şekilde başladı ve hiç dinmedi.. Belki dinmesini istemedim, belki de tekrar savrulmaktan korktum ve hep aynı sonlarda buldum kendimi…
 O uzun girdapların sonunda hep aynı kare takılı kaldı film şeridimden. Aşk… Gelmesi ve gitmesi bir olan, savrulurken girdaplarda ellerimi bırakan ve beni hep arkamdan vuran, bütün “hayır”larımı hiçe sayan, varlığımı yokluğa çeviren aşk… Bütün resimler aynıydı ona ait olan ve hepsi hüzünlüydü en siyahından. Siyah, buğulu ve eksikti… Tam başlayacakken bitmişti, teslim olmuştu karanlıklara… Tam güldürecekken siyaha boyanmıştı aniden… Bütün bulutları yağmur yüklüydü en ürkütücü yıldırımların ardından gelecekmiş gibi… Sessizdi hiç konuşmamış gibi… En beyazı bile bir hüznün ardından bakıyordu… kimsesizdi, beklemekten yalnızdı ve yorgundu… beklerken yüklediği çaresizlikler ona kavuşmamayı öğretmişti… bu yüzden de yalnızlığı seçmişti..
Bütün girdaplarda ondan gelecek bir yardım bekledim çaresizliklerimi yüklerken… ama bütün fırtınalar gibi bu da aynıydı… başlarken sessizdi… geldi, savurdu ve dönüşü olmadı… tek bir kare bile kurtarmaya yetmedi beni o fırtınalardan… Aşk fırtınalarından…
14.11.2010
İpek Sindelışık