12.2.16

GEÇ!

Saat sabah ezanı...
Çok geç.
Her şey için çok geç olduğu gibi, vakit de çok geç.
Epey unutmuşum sesini.
İstesem de duyamam zaten.
Çokça gerilerde kalmış gülüşün..
Kalsın...
Olay yeri boş...
İki satırda kaçıp gitti.
Beynimde gel gitler koşuşturuyor.
Unutuyorum artık sabıkanı.
Başka isimlerle seslenebiliyorum bazen sana...
İsmini şaşırıyorum.
Kokun koşar adım uzaklaşıyor.
Yerini kitaplar, yerini tütün almış...
İmkansızın hükmü önüne geçti.
Geç bunları!
Artık biz cam kenarında gidemeyiz.
Hatta gidemeyiz.
Ve artık "biz" bir kelime bile değil...
Sen ve ben olabiliriz ancak...
Ağır uykularının bedelini ödüyoruz...
Bir aptalın rüyalarını uyuyoruz...
Tüm olasılıkların canı cehennemde...
Ve hiçbir doğru bizimle yürümüyor şimdi...
Yürümek için de çok geç zaten...
Her şey için çok geç.
Her geç bir bedel.
Bütün bedellerin ödemesi çekmecende...
Ve hepsi senin yüzünden.
Artık ancak nefes alırız, yıldızlara bakarız biz.
Koskoca bir ayrıyız!
Bir karşılaşma anında ağzımızın payını alırız.
Kesişmesin yollarımız hatta..
Kesişmemeliyiz!
Sen ve ben şu saatten sonra ancak masumiyet ihlaliyiz.

İpekSindel
13.02.16 / sabah ezanı









24.8.15

Nejat İşlerSevgili Nejat İşler; Uzun zamandır paylaştıklarını takip eden kadınlardan yalnızca bir tanesi olarak seni artık uyandırmak istedim. Söylediklerinin hiçbiri işe yaramıyor... Kimse seni adam yerine koymuyor... O güzel kafanı boşuna yoruyor, boşuna uğraşıyorsun. Şayet uyuşturucu kullanıp hayatın yazdıkların gibi olduğunu sanıyorsan, o kullandıklarından bize de ver. Neden mi? 30lu yaşlardayım. Dibe vurdum. Hem de aynen senin dediğin gibi ağız burun ne varsa. Hepsi senin yüzünden! Senin o büyük laflarını içselleştirmeyi beceremeyip, erkekliğine laf geldiği an, arkasına bakmadan kaçan korkaklar yarattın. Adam olmayı 3-5 sevgisizin lafından ibaret sanan, egosunun altında ezilen, "hey dostum iyi ki nejat var bütün kadınlar cepte" diyip şükretmeyi unutan sevgililer verdin bize. Biz senin ne demek istediğini çok net anlıyorduk zaten. Gerek yoktu bunlara... Dibe vurduğumda benden çok büyük küfürler yedin çünkü senin anlattığın kadını asla anlayamayacak olan bir adama ifşa ettin beni! Attığı mesajları saklayıp döner döner okurdum evet ayrılınca bütün resimleri ilk silen o oldu. Sırf para harcamasın diye sabah erken kalkacağım çıkmayalım derdim, şimdi o paraları başka kadınlar yiyor. Sırf üzülmesin diye göbeğini sevdim, ilk fitness planında biscolata erkeği olup başkasını bulmakla tehdit edildim. Ben içmeyeyim arabayı kullanırım diyince 40 yılda bir dışarı çıkıyoruz eşlik etmiyorsun diye suçlandım. Ben onun özel günlerine aylar öncesinden sürprizler hazırlarken, o benim tüm özel günlerimde ağlattı beni. Sen varsan ben herşeye varım dedim, gözü yükseklerde olan kadınlara gitti. Gel beni al diyemeyecek kadar düşündüm onu, onu taşıdığım arabayı 1 kere bile yıkatmadı. Ay dönümlerimizi hatırlattım hep, sırf biraz daha mutlu olsun, heyecanlansın diye, bir süre sonra çocuk muyuz dedi mecburiyetmiş gibi bakarken bana... Çok sevdim; çıkarsız, bütün ruhumla... Ne yaptı biliyor musun? 3-5 aptal cümleye kapılıp yok etti elindeki tek gerçeği... Yani Nejatcığım senin anlayacağın, erkekler kıymet bilmez. Senin de dilinde tüy bitti ama birşeyi bilmeni istedim; kadını anlamak için erkek değil "adam" olmak gerekir. Adam olmak için de 40 fırın ekmek yemek gerekir. Gerçekten sevebilmek kocaman bir yürek gerektirir. İlk fırtınada olay yerini terk eden, sevdiğine sırt çeviren, hayatları boyunca senin anlattığın kadınları hak etmez! O yüzden sus artık ve bahsetme bizlerden... Sevgili Nejat hep birlikte kıçımızı da yırtsak hayat senin gösterdiğin gibi değil. Şimdi yavaşça oturduğun yerden kalk. Pencereye doğru yürü. Camı aç ve derin bir nefes al. Ve lütfen silkelen artık!

29.3.13

KATİL

Bir hainin iki dudagı arasındaydı ömrümün akibeti...
Beni en son gözlerimden öpmüştü ondandı cinayetim...
Yapma deseydim gitmeyecekti belki.. Öpmeseydi ölmeyecektim.. Olmadı... Yanlış tarif edilmişti bize aşk..
Sokaktaki herhangi biri çizmişti yollarımızı sanki.
Gittik...
Güneş hiç bu kadar uzaklaşmamıştı... İhanetin rengi sarıydı...
O bir başkasının baharına dahil oldu, ben ise hain bir ömrün yalnızlarına kaldım... Olmayacak duaların kollarına bıraktım umutlarımı...
Donuk, yabancı ve soğuk her şey... Korktum defalarca yenilmekten...
belki yalancı bir yağmur damlasında ısınıyor katilim...
Kendine yakışan bir durak buldu şimdilik.. Büyük harflerle yazılmış bir son bekliyor dört gözle...
bir arsızlığın pençesinde öldürüyor masumiyetini...
gün geçtikçe buz gibi oluyor içi... Hainliğini keskinleştiriyor...
Öyle bir rolü var ki hayatta, kapanmıyor perdesi kötülüğünün...
Ben ise yalnızlığımı temize çekiyorum o yokken...
Ne kadar mutlu son varsa hayal ettiğim, hepsini bir bir silip, üzerine siyah harflerle bastıra bastıra pişmanlığımı geçiyorum, yitirdiklerim görünmesin diye... Vicdanımdan tiksiniyorum...
Benden gidenlerle ondan aldıklarımı tartıyorum, bir taraf neredeyse boş kalıyor...
Utanıyorum!
Öyle özürler borçluyum ki kendime, toplasam ömrüm kalmaz...
Hiçbir ihanet bu kadar sarı; hiçbir katil onun gibi acımasız olamaz!
Müebbet yaralarım... İzleri derin... Yırtık pırtık cesedim...
Hain bir ömrün ellerinde yitip gittim... Katilim güneşin sarısında kendini kandırırken, ben gecenin simsiyahında aldattım kendimi.

17.2.13

YOKSUN...


Yoksun...
Ben yine özlerim kesin seni, sanki bir şey değişirmiş gibi…
Her gidişin daha sensiz…
Her ölüş bir öncekinden daha sessiz…
Sırf dönmeyesin diye kapatırım gözlerimi geleceğin bütün yollara…
O kadar kırık ki içim, korkabilirim dönüp gitmelerinden artık…
Biliyorum ki, sen her defasında nasıl olsa gideceksin…
Yine vazgeçip sırtını döneceksin izin verirsem yeniden sarılmana…
Ben istemediğim için yoksun bu defa…
Hiç gelme sen artık…
Özleyip ağlarım belki biraz…
Gelip gelip vazgeçmelerinden iyi…
Öğrendim kırdığın hayallerimi temizlemeyi…
Öğrettin senden vazgeçmeyi…
Yoksun…
Ayak izlerin yok artık… Silindi…
Yastığımdan kokun da gitti…
Anıları senin peşinden gönderdim…
Bizi bekleyen günler de yok böylece…
Ne gülüşün kalır artık, ne de alışkanlığım…
Törpülerim bütün özlemlerimi…
Bir tek yokluğun kalır…
Ona da alışkınım.




26.1.13

ESKİMİŞ TAHTA KAPI...



Otur şöyle yanıma.. En zor anlardan birine yürüyoruz bu gece… Defalarca vazgeçip geri dönüşlerin dibindeyiz… Bu kapıdan ilk kimin çıkacağına karar vereceğiz… Nasıl yorgunum bir bilsen… Ve sen nasıl baktığını bir görsen…

Şimdiden hasretim kokuna… Ellerin bana kalsa… Yanında götürsen aklımı… Hatırlamasam, bilmesem senli hayatı…

Bir sessizlik… İnceden vedalaşıyoruz… Bilerek, görerek, konuşmadan… Damarlarımızda ayrılık var artık… Ölüm gelse birleştiremez yollarımızı… Suçluyuz… Tutamadık birbirimizi düşerken, kurtaramadık sevgimizi…
Sabredemedik yeterince, ondan bu yitiriş hali… Biz bu bitişi hak ettik…

İki suçlu aynı koltuktayız şimdi… Karşımızda bilinmezliğe açılan o eskimiş tahta kapıdan ilk kim çıkacak buna karar vermek üzereyiz… Hala sessiziz… Hala ikimiziz… Bir sen deniyorsun gitmeyi, bir ben kalkıyorum yerimden… Geçirilmiş yılların hatrına mıdır bilmem, bir öncelik veriş var ikimizde de… Gidiyoruz ya;
Hiç sevmediğimiz kadar seviyoruz birbirimizi… Hiç görmemiş gibi sarılıyoruz… Her şey tersine dönmüş sanki… O kadar çaresiziz… Ama söz verdik… Bu sessizlik içerisinde gitmeye mahkumuz…

Bir karara varıyoruz… Aynı anda bırakıyoruz ellerimizi… Aynı anda kalkıyoruz yerimizden… Kapıya doğru yürürken adımlarımız aynı… Bir anda açılıyor o eskimiş tahta kapı… 

Ve uyanıyoruz…








24.1.13

BİR GİDİŞ




Sus.
İkimiz de konuşmayalım…
Ben bir köşede hazırlanayım, sen de gidişime bak…
Konuşmadan…
Ben giderken dönüp dönüp sana bakıp, son yaşlarımı da yanında bırakayım…
Kadehini mi fırlatırsın ardımdan, yumruklarını mı sıkarsın bilmem…
Tek bir ses çıkarmadan seyret son kez…
Böylesi en iyisi…
Ne sen çevir beni yolumdan, ne ben vazgeçeyim yolculuğumdan…
Vakitlice, senden çok uzaklara yola koyulmak… oluru bu…
Aksini düşünmeyelim bile…
Çevirme beni yolumdan…
Bir yanın benimle geliyor, bir yanım sende kalıyor biliyorum…
Öyle imkansızız ki…
Tutup çeksen beni kendi hayatına, tokuştursak yine kadehlerimizi, ölürüz biz…
Sakın “gitme” deme bana…
Sen yine bensizliğinle doldur içkini, sarıl ona…
Ben sensizliğimle giderim ağır ağır bilmediğim sokaklarda…
Biraz ağlarız belki… Birkaç mevsim özleriz…
Ama gitmeliyiz…
Şimdilik sadece sus…
Kapat istersen gözlerini…
Bakma ardıma…

11.1.13

SON MEKTUP...



Sen bu satırları okurken, ben senden vazgeçmiş olacağım… Sen bunu hissetmeyeceksin bile…  Önceleri;  acısız, tasasız ve kolay olacak senin için beni kaybetmek…
Sen bu satırları okurken, ben, sırf senin olduğun o dünyaya veda etmiş olacağım… Kendinle baş başa kaldığında anlayacaksın bir boşlukta boğulmanın yalnızlığını…
Sen bu satırlara bakarken, ben başka bir dünyanın kadehine dalmış, yudumladığımız yalanlardan çoktan vazgeçmiş ya da vazgeçirilmiş olacağım… Ve bir suçlu aramayacağım…
Sen bu satırların içine dalıp giderken, bir şarkı zorla dinletecek kendini sana… Pişmanlık kokan o şarkıda fark edeceksin en güzel satırların kıymetini bilemediğini… Sana yazılmış, sana adanmıştı hepsi…
Sen bu satırların içinde boğulurken, ben yaptıklarımdan pişman olacağım… Sen ise asla yapamayacaklarından… Bir kabus çökerse içine, bil ki kendinle başlayan hesaplaşmandan… O zaman hiç bir şeyin fayda edemediği anların da olduğunu öğreneceksin…
Sen bu satırlarla dost olacaksın… Ben ise kalan ömrüne bir iz bırakabilmiş olmanın sahte mutluluğuyla,  peşinden koşan kalbimle yarışa girmiş olacağım… Bu düşmanlık hiç bitmeyecek…
Bu satırları iyi oku… Beni sana en iyi onlar anlatır çünkü… İnsan kendi gibi sanır herkesi… Ve bazen yanılır… Her yanılma bir cezadır… Bir anlamı olmalıdır yaşanılanın, oku ki anlayasın… Veda etmek zorunda hisseder  insan bazen kendini… En keskin hoşçakal’ım bu satırlarda gizli… İyi oku bu satırları…
Sen bu satırlarla ölürken, ben hüznünden sıyrılmış küçük bir kız çocuğu gibi, gözyaşlarımı kendi  ellerimle temizlemiş olacağım…
Ben giderken, sen bu satırları henüz okumamış olacaksın…
Okurken bir şeyin farkına varacaksın; sen bu satırlarla yaşlanacaksın…
Aramızdaki fark ne olacak biliyor musun?
Sen okuduklarını  asla unutamayacaksın, ben ise yazdığımı bile hatırlamayacağım…