26.1.13

ESKİMİŞ TAHTA KAPI...



Otur şöyle yanıma.. En zor anlardan birine yürüyoruz bu gece… Defalarca vazgeçip geri dönüşlerin dibindeyiz… Bu kapıdan ilk kimin çıkacağına karar vereceğiz… Nasıl yorgunum bir bilsen… Ve sen nasıl baktığını bir görsen…

Şimdiden hasretim kokuna… Ellerin bana kalsa… Yanında götürsen aklımı… Hatırlamasam, bilmesem senli hayatı…

Bir sessizlik… İnceden vedalaşıyoruz… Bilerek, görerek, konuşmadan… Damarlarımızda ayrılık var artık… Ölüm gelse birleştiremez yollarımızı… Suçluyuz… Tutamadık birbirimizi düşerken, kurtaramadık sevgimizi…
Sabredemedik yeterince, ondan bu yitiriş hali… Biz bu bitişi hak ettik…

İki suçlu aynı koltuktayız şimdi… Karşımızda bilinmezliğe açılan o eskimiş tahta kapıdan ilk kim çıkacak buna karar vermek üzereyiz… Hala sessiziz… Hala ikimiziz… Bir sen deniyorsun gitmeyi, bir ben kalkıyorum yerimden… Geçirilmiş yılların hatrına mıdır bilmem, bir öncelik veriş var ikimizde de… Gidiyoruz ya;
Hiç sevmediğimiz kadar seviyoruz birbirimizi… Hiç görmemiş gibi sarılıyoruz… Her şey tersine dönmüş sanki… O kadar çaresiziz… Ama söz verdik… Bu sessizlik içerisinde gitmeye mahkumuz…

Bir karara varıyoruz… Aynı anda bırakıyoruz ellerimizi… Aynı anda kalkıyoruz yerimizden… Kapıya doğru yürürken adımlarımız aynı… Bir anda açılıyor o eskimiş tahta kapı… 

Ve uyanıyoruz…








24.1.13

BİR GİDİŞ




Sus.
İkimiz de konuşmayalım…
Ben bir köşede hazırlanayım, sen de gidişime bak…
Konuşmadan…
Ben giderken dönüp dönüp sana bakıp, son yaşlarımı da yanında bırakayım…
Kadehini mi fırlatırsın ardımdan, yumruklarını mı sıkarsın bilmem…
Tek bir ses çıkarmadan seyret son kez…
Böylesi en iyisi…
Ne sen çevir beni yolumdan, ne ben vazgeçeyim yolculuğumdan…
Vakitlice, senden çok uzaklara yola koyulmak… oluru bu…
Aksini düşünmeyelim bile…
Çevirme beni yolumdan…
Bir yanın benimle geliyor, bir yanım sende kalıyor biliyorum…
Öyle imkansızız ki…
Tutup çeksen beni kendi hayatına, tokuştursak yine kadehlerimizi, ölürüz biz…
Sakın “gitme” deme bana…
Sen yine bensizliğinle doldur içkini, sarıl ona…
Ben sensizliğimle giderim ağır ağır bilmediğim sokaklarda…
Biraz ağlarız belki… Birkaç mevsim özleriz…
Ama gitmeliyiz…
Şimdilik sadece sus…
Kapat istersen gözlerini…
Bakma ardıma…

11.1.13

SON MEKTUP...



Sen bu satırları okurken, ben senden vazgeçmiş olacağım… Sen bunu hissetmeyeceksin bile…  Önceleri;  acısız, tasasız ve kolay olacak senin için beni kaybetmek…
Sen bu satırları okurken, ben, sırf senin olduğun o dünyaya veda etmiş olacağım… Kendinle baş başa kaldığında anlayacaksın bir boşlukta boğulmanın yalnızlığını…
Sen bu satırlara bakarken, ben başka bir dünyanın kadehine dalmış, yudumladığımız yalanlardan çoktan vazgeçmiş ya da vazgeçirilmiş olacağım… Ve bir suçlu aramayacağım…
Sen bu satırların içine dalıp giderken, bir şarkı zorla dinletecek kendini sana… Pişmanlık kokan o şarkıda fark edeceksin en güzel satırların kıymetini bilemediğini… Sana yazılmış, sana adanmıştı hepsi…
Sen bu satırların içinde boğulurken, ben yaptıklarımdan pişman olacağım… Sen ise asla yapamayacaklarından… Bir kabus çökerse içine, bil ki kendinle başlayan hesaplaşmandan… O zaman hiç bir şeyin fayda edemediği anların da olduğunu öğreneceksin…
Sen bu satırlarla dost olacaksın… Ben ise kalan ömrüne bir iz bırakabilmiş olmanın sahte mutluluğuyla,  peşinden koşan kalbimle yarışa girmiş olacağım… Bu düşmanlık hiç bitmeyecek…
Bu satırları iyi oku… Beni sana en iyi onlar anlatır çünkü… İnsan kendi gibi sanır herkesi… Ve bazen yanılır… Her yanılma bir cezadır… Bir anlamı olmalıdır yaşanılanın, oku ki anlayasın… Veda etmek zorunda hisseder  insan bazen kendini… En keskin hoşçakal’ım bu satırlarda gizli… İyi oku bu satırları…
Sen bu satırlarla ölürken, ben hüznünden sıyrılmış küçük bir kız çocuğu gibi, gözyaşlarımı kendi  ellerimle temizlemiş olacağım…
Ben giderken, sen bu satırları henüz okumamış olacaksın…
Okurken bir şeyin farkına varacaksın; sen bu satırlarla yaşlanacaksın…
Aramızdaki fark ne olacak biliyor musun?
Sen okuduklarını  asla unutamayacaksın, ben ise yazdığımı bile hatırlamayacağım…



9.1.13

DÖKÜNTÜ



Sustuğumdan mıdır bilinmez, her şeyi daha net gördüğümün hala farkında değilsin…
Eğer bu bir suçsa, bil ki senin dilinden dökülen her kelime de yalan…
Ucu bucağı olmadan gönderiyorsun olmasını istediklerini…
Öyle bir dökülüyorlar ki, doğru sanıyorum zaman zaman …
İşte o döküntülerin arasında inandırmaya çalışırken kendimi, bir suça esir oluyorum…
Bile bile… Göre göre…
Aramızdaki fark ne biliyor musun?
 Ben suçumun farkındayım, sen ise yalanlarına inanmışsın…
Anlamam zannettiğin her şeyin kimbilir kaçıncı kez dönüş yolundayım…
Her gidişim daha hızlı…
Dönüşlerim farksız…
Öyle net ve kusursuz ki imkansızlığın…
Ve öyle yüzsüz ki umarsızlığın…
Yaşadıkça eksiliyorum…
Yaşandıkça cezamı arttırıyorsun…
Bildiğim halde kabulleniyorum…
Farkında olmadığın için bekliyorum…
Aynı yolları defalarca gidip, geri dönüyorum…
Dönerken, döktüklerini topluyorum…
Duymuyorsun…
İşte ben bu yüzden susuyorum…