Her şey bir yalnızlık öyküsüydü… Tek sıra halinde yürümeye o
kadar alışkındı ki hayatın, yan yana yürümekten hep kaçtın… Pencerene
yansımamıştı hiç mutluluk ve hep kaçırmıştın bu yüzden buğulu camlara yazı
yazabilmeyi… Bu yüzdendi, en olası anların üzerine basıp geçmen… Değer
bilmezliğin, gözlerinin kapalı olmasındandı… Yüreğin öylesine eksilerde
beklemişti ki, ısıtmak mümkün değildi… Öyle alışkındın ki çok’a, ne yapsam azdı…
Aldıklarını asla bilmez, hep fazlasını öğrenmek isterdin… Gün geçtikçe açlığın artarken, önüne konulan
lokmalarla asla yetinemeyen sen; tabakta bıraktığın artıklar kadar çaresizdin
aslında… Farkında bile değildin, asla doymayacaktın ve asla bilemeyecektin bunu…
Çünkü tanımında yoktu bu… Her şey o kadar kolaydı ki… Sen, kolay olana o kadar
alışmıştın ki, zorun anlamından haberin olamazdı… Nereden bilebilirdin ki içine
bulaşan siyahı; içinde, verdiği hediyeyi sürekli geri alan biri varken… Nasıl
becerebilirdin ki gerçekten sevebilmeyi, bu kadar parçalarken… Kaçtığın her an,
telaşla yetişmeye çalışıp kaçırdığın vapurlardan kalma bir alışkanlıktı sanki…
Sen zamanı ıskalamak zorundaydın… Sürekli
kaçan bir vapurun peşinden koşup, ona yetişmeye alışkın ben ise, senin
yağmurunla ıslanmaya, hayata senin gözlerinden bakmaya mecburdum sanki… Bir “Sen” komutuma bakardı her şey… “Sen” diye
ölürdüm… Sen diyeydi her şey… Sen ise bir uçurtmanın bile peşinden koşmamıştın…
Bir yalnızla aşık atmak zordu… Anlamazdı içim bunu, bütün tek sıralara karşıydı
çünkü… Zor olana aşıktım… Son lokmaya kadar doymak için, her lokmanı bilmek
içindi açlığım… Biz seninle bir alışkanlık meselesiydik… Ne sen aldığınla
yetindin, ne de ben beklediğimi aldım… Çünkü ben hep en sevdiği oyuncağı
elinden alınan, sen ise o oyuncağı benden alandın…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder