31.10.12

UYKU'SUZ


uykudan medet umar oldum dönmene yakın…
geçmiyordu zaman öyle kolay kolay…
bildiğin gibi değildi…
“bekleme” dedi gece “öyle gözlerin açık açık”; “en güzel rüya onun gelişini izlediğindir”…
dinledim…
kapadım gözlerimi…
bir sabaha karşı uyanması gereksizliğinde boğulmak gibiydi…
bir "mezarlık sessizliği"... bir "çaresi olmayan hastalık"... bir "ölüme olabildiğince yakın durmak"...
"bir an önce" gelmeni istedim…
"uyursam" geçerdi…
uyursam "gelirdin"…
gece öyle söylemişti… belki de öyle istemişti…
ama ne vakit uykuya dalsam, "sen"’sizlik uyandırdı beni…
kokunu duydum…
sesin geldi bir yerlerden…
uyutmadı gelme ihtimalin…
geceyi dinlemekten "vazgeçtim"…
şimdi beklerken gözlerim açık açık “söz dinlemeyen ben”, tek bir rüya bile görmek istemiyorum uyandığımda içi sen’siz…

9.10.12

DÖNÜM...




...dizdiğin olamayacakların dönümüne gelmek üzereyken, son sözlerimi önden söylemek istedim sana… asla unutamayacağım bir şekilde gitmek zorunda bırakışının ve dön demeye yüzün olmayışının kurbanıyız ikimiz de… her anına şükrettiğin bir aşkın oldu mu hiç, bilmiyorum… olmamış ki bilemedin “ne kadarım” olduğunu… bilseydin, gönderemezdin… şükrettiğini gerçekten görseydim, gidemezdim… hani o hep bahsettiğin gelecek vardı ya, aslında asla ikimiz için çizmemiş olduğun, kırdığın ve tamiri mümkün olmayan hayallerin içinde kaybolup gidecek şimdi… ve sırf; senin canın öyle istediği için… sen benim gidişimi öylece izlerken ve ben yürüdüğüm o upuzun yolları geri dönerken, yorgunluktan değil, kırgınlıktan ağladım… beni kırdığın için değildi göz yaşlarım, bizi yok ettiğin içindi… yürüdüm… ve çok şeyi merak ettim… bir sürü soru sıraladım sana… duydun mu? Aklıma kazıdığım bütün sözlerini yanıma çağırdım… hatırladın mı? Hepsi senden daha yakınlardı bana… birlikte geçtiğimiz “geceler süren yolları” geri dönerken, ellerimden tuttular… haksız bir mecburiyetti bu dönüş… elleri bırakılmış bir çocuğun düştüğü boşluktu… bir ebeveyni yoktu bu boşluğun… olamazdı… artık yol boyunca susmak vardı… bakıp da görmemek vardı… vazgeçmek, öfkelenmek, yok saymak, özlemek ve silmek vardı… ve hiç olmamış gibi yapmak vardı… hiç hak etmemiş gibi gitmek, göndermekti… nankördü çünkü aşk… bir sürelikti… bir zamanlar söylenmiş yalanlardan ibaretti… işte tam da bu yalanların dönümüne saatler kalmışken içimden geçenlerin belki de bir kısmını haykırmak istedim sana… dinler misin? Birini kendine alıştırıp, kendinden haince nasıl uzaklaştırabileceğini fark ettiğimi bil istedim… kovduğun güzelliklerin yerinin asla dolamayacağını… nankörlüğün aşka yakışmadığını… senin asla karşındaki hak etse bile, bir aşk için canını feda edebilecek bir kalbe sahip olamayacağını gör istedim… hayal kırmanın, hayal kurdurtmaktan daha günah olduğunu, ümitlendirdiğin ömrün vebalini unutma istedim… ben artık tek başınayım o yalan yolda… bir sürü kırıklık ve yanıma yakıştırdığın günahlarınla, dizdiğin olamayacakların dönümüne gelmek üzereyim…



4.10.12

SAHTE



“Bir aşkın ilkbaharından…  Ya da belki son yazından ve sanırım son “yazı”mdan… Kokusunu aldığım bu sımsıcak gerçeklikten kopabileceğimi ya da kopartılabileceğimi sanmıyorum bu kez… Ellerime dökülen tohumlar sahte değil çünkü, biliyorum…”
. . . . .diye başlamıştım aslında. . . . . . 
Her zamanki gibi yanılıyormuşum …
Bir yerlerde durup bekleyen o iyi niyetler, yine kandırmak için gelmişler…
Bütün aşklar gibiymiş bu da…
Sevmek yine basit iki kelimeye indirgenmiş…
Yalan… Yine başrol…
Ve aslında aşk denen şey hala koca bir yalanmış…
Bir gidiş daha eklemişim son yazımı yazdığımı sanırken…
Bir inanış ve aldanış daha…
O sımsıcak gerçeklik, ben öyle kokladığım içinmiş…
O ilkbahar, yalancı…
O ellerime dökülen tohumlar…
Sahteymiş.